
Yaşanmadan tedbir almak yok!
Ülkemizde yıllardır değişmeyen acı bir gerçeğimiz var: Felaketler yaşanmadan önce kimse harekete geçmiyor. Deprem olur, bir anda depremi hatırlarız. Sel gelir, sular altında kalırız, selin ne olduğunu o gün yeniden öğreniriz. Maden çöker, göçüğün altında canlarımız kalır. Yine o an aklımıza gelir güvenlik, yine o gün konuşulur sorumluluklar. Sonrası mı?
Sessizlik... Ta ki yeni bir felaket kapımızı çalana kadar.
1999'da yaşanan büyük Marmara Depremi’ni hatırlayın. O korkunç gecenin ardından herkes bir ağızdan "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" dedi. Ne oldu? Deprem vergileri toplandı ama şehirlerimiz hâlâ çürük binalarla dolu.
Soma’da yaşanan maden faciası? Onlarca can gitti, ocaklar söndü. Sonra? Üç beş göstermelik düzenleme, birkaç göstermelik yargılama... Ama yerin metrelerce altında çalışan işçilerin hayatı bugün hâlâ pamuk ipliğine bağlı.
Her olayda aynı döngü: Büyük bir felaket, büyük bir yas, büyük vaatler... ve sonra unutulmuşluk. Olan yine sade vatandaşa oluyor; can kaybı, yıkılan hayatlar, geride kalan acı hikâyeler.
Tedbir almak, başımıza geldikten sonra suçlu aramakla değil, felaketi daha gelmeden önlemekle olur.
Bunun için ciddi bir irade, dürüst yönetimler, hesap verebilir bir sistem gerekir.
İnşaattan ulaşıma, madencilikten şehir planlamasına kadar her alanda "insan hayatı" en öne konulmadıkça bu yazının bir benzeri bir başka acı olaydan sonra yine yazılacak.
Artık sormak gerekiyor:
Başka kaç felaket daha yaşanmalı ki, gerçekten ders alalım?
Yorum Yazın