
Sabır...Kimine göre suskunluk, kimine göre acizlik...
Ama unutulan bir gerçek var: Sabır; zamanı geldiğinde, hak edene hak ettiği cevabı verene kadar bir adım geri durmaktır.
Geri çekilmek değildir bu; pusuda beklemektir. Savaş için kılıcını bileylemektir.
Bugün sustuklarımız, yarın susacağımız anlamına gelmez. Biz, lafını ağzına tıkanlardan değiliz. Ama bazen, karşındakini muhatap almak bile bir lütuf olur. Ve herkes o lütfu hak etmez. Çünkü bazıları vardır; yüzüne güler, arkandan kuyunu kazar. Sana dost der, ilk fırsatta seni satar. Ne sadakat bilir, ne de utanma…
İşte bu yüzden sabrediyoruz.
Zira sabır, sadece tahammül etmek değil, içindeki öfkeyi bile terbiye edebilmektir. Herkese anında cevap vermek kolaydır. Ama asıl güç, hak edeni not edip, vakti geldiğinde masaya yumruğunu vurmaktır.
Bazıları sanıyor ki sessizliğimiz korkudan.
Hayır!
Biz susuyorsak, bu karşımızdakinin seviyesine inmek istemediğimizdendir.
Biz bekliyorsak, bu hesabın kapanmayacağının değil, doğru zamanın henüz gelmediğinin göstergesidir.
Kim ne yaparsa yapsın, unutmasın:
Biz kimseye borç bırakmayız.
Herkese hak ettiğini, zamanı geldiğinde veririz.
Bu bazen bir selam eksiltmek olur. Bazen bir cümleyle yerin dibine sokmak. Ama illaki olur! Çünkü bizim sabrımızın bile bir ömrü var. Ve o ömür dolduğunda, geriye ne bahane kalır, ne af dilemek.
Zannetmeyin ki unuttuk.
Sadece gülüyoruz. İçimizde kurduğunuz tiyatrolara, arkamızdan çevirdiğiniz oyunlara...
Ama perde kapanınca, ışıklar yanınca, sahnede kim ne rol oynadıysa karşısına alacak alkışını da, yuhasını da.
Ve o gün geldiğinde, sabır artık susmak değil; hesap sormaktır.
Yorum Yazın