
Yılın bir günü. 1 Mayıs. Tüm dünyada emeğin, alın terinin, çalışanın günü olarak kutlanıyor.
Türkiye’de de adı "Emek ve Dayanışma Günü." Ancak sokağa çıktığınızda, kamu hastanesinde iğne yapan hemşireyi, çöpleri toplayan belediye işçisini, otobüs kullanan şoförü, santralde nöbet tutan teknisyeni görüyorsunuz. Yani bayram ilan edilen günde dahi işçiler iş başında. O halde sormak gerek: Bu bayram gerçekten kimin?
İşçi olmak Türkiye'de zordur. Sadece fiziksel olarak ağır koşullarda çalıştıkları için değil, aynı zamanda üzerlerine yüklenen adaletsiz vergi yükü, düşük ücret politikası ve sendikasızlaştırma çabaları nedeniyle de zordur. Bir asgari ücretlinin maaşından bile gelir vergisi kesilirken, büyük sermayelerin vergi teşviklerinden faydalanması adalet duygusunu yaralar.
Çalışma saatleri uzun, ücretler yetersiz, barınma ve ulaşım masrafları gittikçe artarken, işçi en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanır. Öte yandan iş güvenliği hâlâ pek çok sektörde “kağıt üstünde” kalmakta, her yıl yüzlerce emekçi iş cinayetlerine kurban gitmektedir.
İşte böyle bir tabloda “bayram” kutlamak, bir ironiye dönüşüyor. Çünkü gerçek bayram, işçinin hakkını tam aldığı, alın terinin karşılığını eksiksiz gördüğü, insanca koşullarda çalıştığı, sendikal haklarının güvence altına alındığı bir düzende olur.
1 Mayıs, sadece bir takvim günü değil. Mücadele günüdür. Hatırlatma günüdür. "İşçi kardeşim, unutma: Bu ülkeyi sen ayakta tutuyorsun" deme günüdür.
Ve bu yüzden, 1 Mayıs’ın sadece tatil olması yetmez. Bu gün, işçinin varlığının gerçekten tanındığı, emeğin değersizleştirilmediği bir sistemin inşası için bir başlangıç olmalıdır.
Gerçek bayram, hak yerini bulduğunda kutlanır.
Yorum Yazın